DEM Partili Saki ‘Zapatistalar’ı anlattı: Başka bir dünya mümkünmüş
Bircan Değirmenci
DİYARBAKIR – Kadın Kültür Sanat ve Edebiyat Derneği (KASED) Diyarbakır’da “Kültür sanat alanında kadın mücadelesi” çalıştayı düzenledi. Çeşitli disiplinlerden kadın sanatçının katıldığı çalıştayda kadınların kültür sanat alanında var olma mücadelesi, Kürdistan ve Türkiye’de kültür sanat özgürlüğü tartışıldı.
Çalıştayın konuklarından DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki de Zapatista örneğini vererek, “Ezilenlerin perspektifinden özgürleştirici sanatın olanağı” başlıklı bir sunum yaptı.
Zapatistaları “Sömürgecileri, ağaları topraklarımızdan kovacağız’ şiarıyla ilk kalkışma dönemi olan 1994’ten beri takip eden Saki ile Zapatistalarla geçirdiği 8 aylık deneyimini konuştuk.
Saki, Zapatista’nın çağrısına uyarak Meksika’ya gidişini, “O dönem gitmeyi çok istiyordum ama bu mümkün değildi. Zapatista kadınlarının mücadelesi muazzamdı. 2017’de mücadele eden tüm kadınlara çağrı yaparak, ‘8 Mart’ta doğada buluşuyoruz’ dediler. Ben de aldım sırt çantamı, düştüm yollara, dil de bilmiyorum” diye anlatıyor.
Ancak Zapatista topraklarına girmek o kadar kolay değildir. Çünkü Meksika hükümeti ile ABD’nin Küba devrimine ve Zapatistalara karşı yoğun bir tepkisi vardır. Zapatistalara yönelik suikastlar düzenlendiğinden güvenlik boyutu çok önemlidir.
“Ben gittiğimde en sevilen yerli liderlerden biri öldürülmüştü” diyen Saki, şöyle devam etti: “O yüzden güvenliği sıkı tutuyorlardı. Hem Meksika’da herhangi bir dernek ya da muhalif yapıdan, hem de geldiğim ülkeden ‘Riskli topraklarda yaşayabilir, sorumluluğunu üstlenebilir’ şeklinde onay istiyorlardı. Ben Eğitim Sen’den gittim. Orada da insan hakları derneği gibi çalışan bir dernek vardı. Bir ay sonra onlar da bana referans oldular. İki referansla Zapatista topraklarına girdim.”
Zapatista topraklarında karşısına çıkan tabelada şöyle bir yazı vardır. “Burada halk yönetir, yöneticiler itaat eder.”
Saki, “İtaat ederek yönetir’ diye bir anlayışları var. Çoğu kadından oluşan bir grup karşıladı bizi. Sorumluluk açısından insan hakları gözlemcisi diye tanımlamışlardı beni. Bu vasıfla gitmiştim ama onlar ne yapıyorsa onların yaşantısına dahil oldum ve çok etkilendim” diyor.
ROJAVA DEVRİMİ İLHAM OLMUŞ
Türkiye’den geldiğini söyleyince sordukları ilk soru “Kürt müsün?” olmuş.
“Kürt değilim’ deyince biraz hayal kırıklığı oldu onlar için. Çünkü 1994’ten beri verdikleri bir mücadele var ve belli bir sınıra ulaşmışlar. Kendilerinin ifadesiyle ‘biz de ilham almak istiyoruz’ dedikleri anda Rojava devrimi başlamış. İŞİD’e karşı mücadeleden çok etkilenmişler. Rojava’daki komünal yaşamı kendilerine yakın bulmuşlar ve çok merak ediyorlar. Türkiye’den de çok az kişi oraya gittiği için beni bulunca ‘Kürdistan’dan mı geliyorsun? Kürt müsün?’ dediler. ‘Hayır ama çok biliyorum, tanıyorum, iç içeyim’ dedim. Çok sohbet ettik, Rojava anayasasını filan hepsini çevirmişler ve biliyorlardı zaten. Sadece orada yaşayan birinden duymak istiyorlardı.”
‘KENDİ ARALARINDA PARA İLİŞKİSİ YOK’
Meksika’nın güneyinde, en dağlık, kahve plantasyonlarının olduğu bölgede tarım toplumu olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Toprak mülkiyeti, özel mülkiyet diye bir şey yok. Kolektif mülkiyet içindeler. Kahve tarlası, sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri gibi her dönem yapılacak işleri var. Bunları iş bölümü halinde yapıyorlar.
“Bir rotasyon söz konusu. Sadece yönetsel anlamda değil, yaşamın bütününde harcadığın emeğin rotasyonu var. Uzmanlaşma diye bir şey yok. Mesela sağlık emekçisiysen ertesi yıl hasat zamanı kahve toplamaya da gidiyorsun, eğitimde de çalışıyorsun. Bu çok etkileyiciydi. Mutlak kapitalizm karşıtı oldukları için kendi aralarında para ilişkisi yok. Maaş yok. ‘Gönüllü çalışma’ olarak adlandırıyorlar. Mesela biri kahve tarlasına gidiyor ama çocuğu var, yaşamsal ihtiyaçları var, onu zaten komünal olarak karşılıyorlar. Sosyal medyayı çok iyi kullanıyorlar. Ayrıca bize söylemiyorlar ama hala Lakandon ormanlarında silahları var. Onlar için para lazım. Bunu da kahveyi üretici topluluklara tırnak içinde satarak yapıyorlar. Orada da devletlerle asla iş yapmıyorlar. Zapatista kahve kolektifi olarak çeşitli ülkelerle dayanışma için devlet dışı topluluklarla yapıyorlar. Dayanışma ekonomisinin bir kolu diyorlar. Kar amaçlı olmayan biraz da bizim gibiler için gündelik tüketimi karşılayan marketler var. Marangozhane, sanat kurumları, sağlık hizmetleri, üniversite var ve hiçbiri paralı değil.”
BARIŞ GÖRÜŞMELERİNDEKİ KUMANDAN RAMONA
Saki, öğretmen olduğu için en çok da eğitim sistemini araştırır. Okullar doğayla iç içe olan mekanlar. Ders müfredatı sadece eğitimci ve öğrencilerle değil o bölgede yaşayan herkesle birlikte belirleniyor.
“Müfredat ihtiyaca göre belirleniyor. O anlamda çok etkileyici ve ilham verici.”
Kumandan Ramona ismi Marcos’tan daha çok biliniyor.
En önemli mottoları hiyerarşi üretmeyecek ilişkilenme biçimi.
“Hiyararşiye karşısınız ama Zapatista deyince herkesin aklına Kumandan Marcos geliyor. ‘Marcos bir lider ve hikmetinden sual olunmaz’ dediğimde, güldüler. ‘O sizin için bir figür. Bizim için gündelik yaşantımızda Zapatistalar neyse o da öyle biri. Görev ve sorumluluk alan birisi. Özellikle batı toplumu böyle şeyleri çok seviyor. Bizim de propaganda açısından işimize geldiği için öne çıkartıyoruz’ dediler. Biz Marcos’tan çok söz ediyoruz ama oraya gittiğimizde Kumandan Ramona adını daha çok duyduk. 1 Ocak 1994’de San Cristobal’in işgalinde kumandanlık yapıyor. En merkezi yerin işgalini o yönetiyor. Barış görüşmelerinde herkes masaya Marcos oturacak diye düşünürken, Kumandan Ramona oturuyor. O anlamda kadınların etkisi çok güçlü. ‘Marcos’u bu tip şeylerden hoşlananlar için öne çıkarttık’ diyorlar.”
ZAMAN VE MEKAN ALGISI DOĞANIN RİTMİYLE UYUMLU
Saki, üç ay kalmak üzere gittiği Zapatistaların yanında 8 ay kalıyor. Bu süreçte 1 Mayıs, 8 Mart ve çeşitli dönemlerde yapılan toplantılara katılıyor.
“Yaşamın tüm boyutlarını mücadelelerinde barındırıyorlar. Karşılıklı espriler, eleştiriler yapılıyor, mizah yeteneği güçlü insanlar. Toplantı yaparken aynı zamanda sanat etkinliği, spor müsabakası da var. Molalarda bir anda dans ederken buluyorsunuz kendinizi. ‘Yaşamın tüm dinamiklerini içeren mücadelenin kalıcı olacağını düşünüyoruz’ diyorlar. Biz onları nasıl gözlemliyorsak onlar da bizi gözlemliyor. ‘Siz her ne kadar devrimci olduğunuzu söyleseniz de kapitalizmin zaman-mekan algısı içinde yaşıyorsunuz. Çok acelecisiniz ve çok kapalı mekanlarda bir şey yapmaya meyillisiniz. Oysa bizim yaşamın ve doğanın ritmine uyumlu bir zaman-mekan anlayışımız var. Acelemiz yok. Kalıcı olmak, içselleştirmek, yaşamın bütün hücrelerine yaymak bizim için daha önemli. Dolayısıyla insan ömrü çok geniş olmayabilir ama biz beş yüz yıldır sömürgeciliğe karşı mücadele ediyoruz. Bu mücadele bir bütün, bizim kısa yaşamlarımızın bir önemi yok. O yüzden de acele etmeye gerek yok, yeter ki kalıcı bir şey inşa olsun’ diyorlar.”
ZAPATİSTA TOPRAKLARI TEHDİT ALTINDA
Uzun süreli faşizan yönetimlerin ardından 2018’de Meksika’da sosyal demokrat sayılabilecek Obrador başkan seçilir. “Yerli halklar bildirgesine imza atıyorum” diyen Obrador’u Zapatistalar, “Bizim için son tahlilde bu sömürgecilerin seçimidir. Parlamento da sömürgecilerin parlamentosudur. Biz kendi yaşamımızı, dünyamızı inşa ediyor, başka otonom ve komünal devrimlere ilham olmak istiyoruz” diyerek desteklemezler.
“O uzun çatışmalı dönemlerden sonra ‘başka bir dünya mümkün’ diyerek yeni bir inşa süreci başlatmışlardı. Bizdeki gibi zaman zaman çatışmalar devam ediyordu. Zapatistalar destek vermediği için çok eleştirildi. Nitekim Obradov seçildi. Bu hükümetin ilk icraatı ‘Chiapas’ı kalkındıracağım’ diyerek maden, büyük demiryolu projeleri ve bizim tanıdık olduğumuz mega projelerle yola çıktı. Zapatista komünal toprakları tehdit altında. Zapatistalar da ‘ölüm pahasına buna geçit vermeyeceğiz’ diye uluslararası dayanışma çağrısı yaptılar, imzalar toplandı. Şimdi halen o bölge çatışmalı ama bu duruma rağmen 1 Ocak devrimin yıldönümünde yine muazzam bir buluşma gerçekleştirdiler ve direnmeye devam ediyorlar.”
DEVLETLE İLİŞKİ MEVZUBAHİS DEĞİL
Oradaki deneyimlerinden yola çıkarak gerçekten ‘Başka bir dünyanın mümkün’ olup olmadığı sorusunu Saki şöyle yanıtlıyor: “Kesinlikle mümkün olduğunu gördüm ve bizlerin buna mazeret bulduğumuzu fark ettim. Mesela ‘kentte olmaz’ deniyor. Hayır. Aynısı olmaz belki ama kentte tüketimi sınırlamak, takas kültürünü geliştirmek mümkün. İhtiyacımız nelerdir? Kapitalizm bize neyi ihtiyaç olarak dayatıyor? Bunu ayrıştırmak mümkün ama şöyle temel bir farkı gördüm: Devletle ilişki meselesi. Özellikle sosyalist muhalif hareket açısından fazla devletçi bir yer burası. Orada devlet diye algılanan şey sömürgeci devlet. Dolayısıyla devletle ilişki meselesi mevzubahis bile değil. Böyle olunca ‘başka bir dünya mümkün’ü kendi olanaklarıyla inşa etmeye başlamışlar. Bu topraklarda devlet mevzu birbiriyle çok iç içe olduğu için her şey zor, yapılamaz minvalinde değerlendiriliyor.”